Astronotluk neydi, astronotluk emekti. Ekşi’de “Astronot payesini ancak NASA verebilir” diye bir söylem görünce beni düşünceler aldı götürdü. Uzaya kimin neyle, hangi sertifikayla gideceği değil, orada ne yapacağı önemli benim için. Bu yazıda kişilerden arınmış astronotluk kavramına odaklanmaya çalışacağım.
Şimdilerde 30’lu yaşlara gelmiş yetişkinlerin bilinçaltına bakalım. Bu neslin çocukluklarına denk gelen 80’lerin ve 90’ların uzay hakkındaki imgelerini anlamak için o dönem çekilen bilimkurgu dizileri fikir verecektir:
Alf (Alien Life Form 1986-1990), Blake Yedilisi (Blake’s Seven), Captain Power and the Soldiers of the Future (Kaptan Power), Galactica (Battlestar Galactica 1978-1979), Buck Rogers in the 25th Century (25. Yüzyıl 1979-1981), Logan’s Run (Logan’ın Kaçışı 1977-1978), Out of This World (Bu Dünyanın Dışından 1987-1991), Something out There (1988), Space: 1999 (Ay Üssü Alfa 1975-1977), Star Trek (Uzay Yolu 1966-1969, Next Generation 1990-1997), Stargate SG-1 (1997-2007), Thunderbirds (1965-1967), UFO (1970-1971), Visitors (Ziyaretçiler 1984-1986)…
Aşağıdaki listede intro’larını toplamaya çalıştım:
Bu dizilere ek olarak o dönemin uzay konulu çizgi film ve sinema filmlerini de listelesem buraya sığmaz. Görülüyor ki edebiyatın ve ardından sinemanın fantastikleşmeden önceki dönemi olan 80 ve 90’larda bilimkurgu, çağın ruhu (zeitgeist’i) olan uzaya gitme arzusunu karşılıyordu. Sonra kazalar ve dünyanın çekim kuvvetinin yorucu azizliği yüzünden uzaya küstük. Yine gitmek istiyoruz, ama eski merak odaklı “Star Trek türü keşif gitmesi” yerine şimdilerde “Interstellar türü kaçış gitmesi” yerleşti. İklim sorunu o kadar ciddi boyutta ki bizi başka bir ülke de kurtaramaz artık, direkt gezegeni terk etmek gerekiyor.
80’lerin teknolojik gelişmelerine bakarsak soğuk savaş ve uzay yarışının son dönemleri olduğunun görürüz. 80’lerde fırlatma sahnelerini TV’de heyecanla izlerdik. O devirde uzaya gönderilen bizim için Amerikalı, NASA lisanslı bir pilot değildi. İnsandı. Eğer bir insan gidebiliyorsa biz de gidebilirdik. Zeitgeist’e uygun olarak birçok çocuğun hayali de “astronot” olmaktı. Bir çocuğa lisanstan, sınırlardan, olsan olsan ancak uzay turisti olursun, zıplamaya başla demenin faydası olacağını düşünmüyorum. Hayalperestleri soğuk realizmle ıslah edemezsiniz (etmemelisiniz de).
Ekşi bakışın eleştirel özgürlüğe katkısı oldu evet, güldük, deşarj olduk; ancak bu bakış, kendi zaaflarını örtemeyip anonim bağıran klavyetör türünün de doğumuna yol açtı. Bu yaklaşımı o kadar benimsedik ki milli kinimiz oldu. Acemilik de narsisizm de anlam derinliğine bakmadan aynı şiddetle eleştirildi. Yeter ki trollüğün gönüllü gardiyanlığını yaptığı internet tanrıları mutlu, tıktuzakları zengin olsun.
Kavrama dönelim, zihnimdeki astronotluk kavramı “uzaya çıkan, orada araştırmalarda bulunan, hatta fırsatı varsa maceraya atılan kişi” anlamına karşılık geliyordu, Türkçe olarak uzayadamı diyebilirdik. Uzay turisti ise gezdiği bölgeye katkısı olmayan sadece temaşa eden daha dar bir kavram olarak kullanılıyor. Bunu söylerken de sen uzaya gidersin de astronot olamazsın, uzayadamlığını boş ver “adam” olamazsın kalıbı çınlıyor kafamda!? Geldik mi şimdi cinsiyetçilik batağına: Uzaykadını? Uzaykuiri? İlk akla gelen “uzayinsanı” da yeterli değil, kanımca en politik doğrucu aday “uzaykişisi”, çünkü uzaya çıkacak robotlara ve hayvanlara da türcülük yapmamalıyız, fakat dile oturmasını bekleyemeyecek kadar da sabırsızız. (Ya da okuyucu önerisi uzayyolcusu, uzaynot veya evrenot da olabilir.)
Kim bilir belki de tanrıdır ilk astronot?
Arrival filminde bahsedilen Sapir-Whorf‘un “dil zihnimizi biçimlendirir” hipotezinin haklılık payı var. Çünkü internetimize hakim olan “ekşi dil” hepimizi birer “asshole” çok bilmiş, cezalandırmaktan keyif alan ve bunu ülkenin olmayan adalet sancağının haklı uygulayıcılarına dönüştürdü. Yargının bağımsız ve adil olduğu bir coğrafyada zaten bireysel kahramanlıklara ihtiyaç da kalmaz işte bu yüzden de bir sonuca varamıyorum.
Tutkulu bir dünya inşa etmek yerine yaptığımız: kendi narsistliğimizden korkup kendimiz dahil etrafımızdaki her şeyi gömmek, kültürel bölünme pahasına kendimize elit nefes alma alanları açmak, kıskanmak, karşıt düşünen başarılı kişileri hapislerde çürütmek, idealist hocaları kovmak, üstüne de liyakat sahibi olmayanları iş başına geçirmek. Zorbalık el değiştiriyor, güç elimize geçerse kâr sayıyor, elden gidince ağlıyoruz; ama çekilen acı sabit kalıyor. Yeni bir düzen önermiyorum sadece üreteceğimiz şeye odaklanalım diyorum.
Özetle, bu narsistlerin ve onların yargıçlarının savaş alanında vakit öldürmeyi, uzun soluklu bir diziye başlamayı, TV’de saçma sapan programlar izlemeyi, sosyal medyada birilerini gömmeyi, başkalarının cinsel yönelim veya kararlarını yargılamayı, karşıt düşüncedekileri trollemeyi bırakıp, artı değerli bir şeyler üretelim. Üretmeyi bilmiyor musunuz? Mezardan kabul almadığınıza göre öğrenmeye başlamak için hâlâ geç değil.
…
Ek1: Astronot olmak için gerekenler.
Ek2: Online dijital art eğitim siteleri araştırmalarım.
Ek3: Astronotluk ve grafikerlik ilk tercihiniz değilse alternatif çözüm olarak da aşağıdaki kitap.
https://www.instagram.com/p/eC2a8nPS2_/
Jale
2005 yılında TDK gökmen sözcüğünü ortaya atmış.
TDK Gökbilim Terimleri Sözlüğü ile Uygulayım Terimleri Sözlüğünde ise uzaycı sözcüğü astronot karşılığında yer almış.
Pamukkale Üniversitesi’nin sözlüğünde TUA başkanı tarafından gündeme düşürülmeden önce de fezagir sözcüğü bulunuyordu. Aynı sözlükte uçurcu şeklinde bir karşılık daha yer almaktadır.
Yani sözlüklerde bulunan çeşitli karşılıklar zaten var. Ancak bunlar gazetelerde, dergilerde, kitaplarda, televizyonlarda, vs. kullanılmaktan sonra dile yerleşemiyor.
Ozgur Serdar
Gökmen ile Fezagir, açıkçası ikisini de çok beğendim. Fakat oyum hâlâ “evrenot”tan yana.