Animasyon dünyasının önemli bir ayağını “anime”ler (Japon animasyonları) oluşturur. Kült animelerden başlamak isterdim ama incelemeyi bu sefer yeni dönem serilerinden biriyle yapalım. Mesela Tokyo Ghoul (Tokyo Gûl) Neden? Çünkü animelerde olması gereken bir çok temel öğeyi barındırıyor. (Bu arada Tokyo Ghoul’u önerip izlememi sağlayan güzel insana da teşekkürlerimi sunarım.) Genelde beğenme eşiğim düşüktür, çok emek harcanan eserlere kıyamayıp hep yüksek puan veririm ki zaten animasyonlar büyük emeklerle yapılır. Konumuza dönelim Tokyo Ghoul’u güzel yapan ögeler nelerdir?
Animeler ve onların kalitesi üzerine uzun zamandır düşünüyorum. Bu eserleri benim gözümde özel yapan şey nedir? Öncelikle bir anime serisi izliyorsanız yüksek ihtimalle izlediğiniz animenin bir “manga”sı (Japon çizgi romanı) yapılmıştır. Bir manganın Japonya’da tutunması için büyük ve çileli bir süreçten geçer. Mangaka’lar (çizgi romancılar) eserlerini haftalık dergilere tefrikalar halinde gönderir. Bunu en popüleri Shonen Jump‘tır. 1968’ten beri bu dergi sürekli çıkmakta ve manga-anime sektörünün temel taşı olmaktadır. Burada anketler sonucunda belirli bir başarıyı elde eden seriler daha sonra kendi ciltli eserlerini çıkartırlar. Eğer cilt olarak da başarı elde ederlerse artık animasyon zamanı gelmiş demektir. Manga olmadan anime olan çok az eser vardır fakat onların arkasında da Miyazaki’nin Ghibli‘si (okunuşu: ciburi) gibi dev bir stüdyo varsa mümkündür.
Anlayacağınız anime’ler rafine eserlerdir, sektörün endüstrileşmesinden dolayı yoğun bir eleme sürecinden geçerler. Temelleri manga’dır. Japon çizgi roman okuyucuları Türkiye’deki gibi sadece mizah ve küçük bir kitle değil tüm yaş aralıklarına hitap eden geniş bir izleyici kitlesine sahiptir. Bu durum “bizde neden olmuyor” sorusunu da cevabıdır aslında. 1950’lerde Teksas Tommiks ile başlayan “çizgi roman çocuklara zararlı” söylentisi hayal gücümüzün ölü doğmasına sebep olmuştur. 7’den 70’e çizgi roman okuyan Japon insanlarında bu zararlı etkileri görebiliriz. Biz de ülkece okumadık, okutmadık hayal edebilen her şeyden korktuk aferin bize.
Tokyo Ghoul’a geri dönersek. Şimdilik iki sezonunu izledim ve çok keyif aldım. Bana bu kadar keyif verme sebeplerini da aşağıda listeliyorum. Belki ileride çizgi roman veya animasyon serisi yapacak arkadaşlara da fikir verir. (Animasyon tekniği zaten olması gerektiği gibi yazılım anlamında bilgilenmek istiyorsanız bu yazıyı tavsiye ederim. Aşağıda ise kurgusal açıdan incelemelerde bulunacağım.) Sonuç olarak yine kıskanarak takip ettiğim bir çalışma ile karşı karşıyayım. (Korkmayın spoiler yok.)
Tokyo Ghoul’un Konusu
Tokyo Ghoul, aynı “Akira” gibi paralel bir Tokyo’da geçiyor. Bu evrende insanlar ve ghoul’lar diye iki tür var. Türkçeye hortlak veya gulyabani diye çevirmişler ben “Ghoul” demeyi tercih ediyorum çünkü ghoul’lar insan eti ile beslenen ama zombi gibi beyinsiz olmayan güçlü bir tür. Bu açıdan vampirlere benziyorlar ama kan içmekle yetinmiyor insan yemeleri de gerekiyor. Özel güçleri de var fakat bunlara karşı insanları ve şehri savunan detektif örgütü de var.
1. Karakter Çeşitliliği
Tabii Disney’in Tomorrowland adı altında resmen çaldığı ve heder ettiği “Steins Gate” kadar olmasa da Tokyo Ghoul’da taban tabana zıt karakterlerin belirli zorunluluklardan dolayı ortak çalıştıklarını görüyoruz. Tutturu…
2. Aşırı Çalışkanlık
Anime’lerde bariz bir subliminal mesaj varsa o da kesinlikle “çalışkanlık”tır. Batı animasyon kafasında hep seksli mesajlar daha algıda seçici olurken, “çalışırsan olur” mesajını bu seride de görüyoruz. Genelde fantastik olaylar da bu aşırı çalışmanın zirve noktasında gerçekleşmektedir. Death Note‘un yapımcılarından çıkan “Bakuman” serisi çalışkanlık odaklı bir seridir. Mangaka olmak isteyen iki idealist gencin hikayesini yine Japon derinliğinde tanık oluruz. Hikaye oldukça da keyiflidir. Hayal edemiyorum Türkiye’de mizah+müstehcenlik olmadan subliminial mesajlarından biri “çok çalışmak ve başarmak” üzerine bir animasyon çıksın. Başta şark kurnazlığı kafası ile ters, aşılması gereken çok engel var ve bunlar sektörel değil sosyolojik engeller. Türkiye’de üretilen, gençlere etik mesajlar veren bir animasyon hayal edebilmek isterdim.
3. Nefs Mücadelesi
Tokyo Ghoul’daki problem iki farklı türün varoluş mücadelesinde şekilleniyor. İhtiyaçları sebebiyle birbirlerine düşman olan bu iki türün çatışmasını kahramınımız (Kaneki) kendi bedeninde yaşamaya başlıyor: Yarı insan yarı ghoul olarak. Animelerin belki de dünyada en iyi psikolojik çelişkileri irdeleyen yapımlar olduğunu söyleyebilirim. (Aşağıdaki sahne ilk bölümden spoiler sayılmaz ve çok etkili çizilmiş.)
Et yeme ve açlık metaforları, anime’ye yeni başlayanlar için ağır gelebilir ancak ruhunda bastıramadığı arzular besleyen herkese tanıdık gelen iç hesaplaşmalara farklı açıdan yaklaşıldığı da bir gerçek.
4. Kahramanın Dönüşümü
Bu başlık manga-anime’lere özgü değil aslında, çoğu iyi hikayede bulunan bir özellik. Bu kurgusal tekniğe antik dönemdeki tragedyalar da bile rastlıyoruz. Çünkü hepimiz en azından ergenlik gibi büyük bir psikolojik dönüşümü deneyimlemişsizdir. Manga ve animeler’deki kahramanların büyük bir çoğunluğu da bu yaş aralığındadır. Hedef kitlesi kahramanın yaşı ile paralel ilerler. Bu nedenle dünyanın kaderini sık sık 14-17 yaşındaki kahramanların eline verildiğini görürüz. Bunun bence en iyi işlendiği serilerin başında “Evangelion” gelmektedir, hatta son bölümde 4. duvarı bile zorlayacak felsefi irdelemelere girilir hem de Deadpool gibi işi sulandırmadan.
Tokyo Ghoul’da da “Nefs Mücadelesi” kısmında değindiğimiz açlık problemi ile çatışırken kahraman yeni bir bilinç seviyesine geçtiğin görürüz. İnsalar ve Ghoul’lar arasında orta bir yol bulmak. İmkansız gibi görünüyor değil mi? Hayat zor.
6. Kurgu Kalitesi
Lost’u hatırlarsınız. Hani sonradan çok bozan. Çünkü senaristler soru işaretlerine hiç bir şekilde doyurucu cevap veremedi ve dizi tatsız bir şekilde son buldu. Böyle bir rezilliğe animelerde pek rastlanmıyor. İlkokulda sağlam kurgu yapma dersleri falan mı veriyorlar bilmiyorum ama zaman yolculuğu gibi tehlikeli konularda bile Japon senaristler alınlarının akıyla çıkmayı başarıyorlar. Kötü olanlar zaten Shonen Jump vb. dergilerde eleniyor.
Biz nasıl Shonen Jump’a göndeririz diye düşünmeyin Japonlar bu alanda biraz milliyetçiler, dışarıdan gelenlere pek sıcak bakmıyorlar. Batı animasyonunda daha çok şansımız var. Özellikle ABD yeni yeteneklere sürekli aç bir sektör. Mahmud Asrar ve Yıldıray Çınar‘ın Marvel’daki başarılarını bir araştırın derim. Her zaman örnek gösterdiğim harika yeteneklerdir.
https://www.instagram.com/p/BB7txx0zcJf/
6. Bölüm Sonu Canavarı (Boss)
Bölüm sonu canavarı aslında bir bilgisayar oyunu terimi ancak aksiyon animelerinde de rastlıyoruz. Yapımcıların hayal gücü ve çizim marifetlerini en iyi bu yaratıklarda görüyoruz.
Tokyo Ghoul’daki boos’lar da bana Evangelion’u hatırlatsa da bunun bir tarzını belirlemek neredeyse imkansız. (Neden böyle bir tarz sınıflandırmasına giriştim bana da saçma geldi şimdi.)
7. Aşk var mı aşk?
Olma mı? Fakat Tokyo Ghoul’da aşk platonik düzeyde ve “cool” tempoda işleniyor. Yani rüzgar eser kahmanımız sırtını döner ve sevgilisi ona uzun uzun bakar bu sırada saçlar savrulur. Güzel bir müzik çalar.
Yukaridaki intro’da gördüğünüz gibi bu sahneler dozunda verildiğinde çok etkili olur. Eğer buruk aşk hikayesi izlemek istiyorsanız. Makoto Shinkai’nin gözlerinize bayram ettirecek “5 Centimeters Per Second” ile “The Garden of Words” filmlerini izleyip ağlayın. Görsel açıdan çok başarılı yapımlardır.
8. Atmosfer
Konusu itibariyle karanlık diyebileceğimi Tokyo Ghoul bu açıdan Türkiye’de yayımına bizzat iş yerinde yakından tanık olduğum “Death Note”a benzetiyorum. (Bunu demeseydim çatlardım. Evet o çıkmak bilmeyen Death Note 13. cildin neden çıkmadığını biliyorum ama söylemem.)
Tokyo Ghoul’da her bölüm sonunda yazılar yazarken gösterilen suluboya tarzı konsept çalışmalarını da çok beğendim. Dizilik bir animasyonun yukarıdaki tarzda detaylı yapılması mümkün olmasa da adamlar hünerlerini konuşturmuşlar. Her bölüm sonunda da farklı bir artwork görüyoruz. Özellikle ikinci sezondaki çizimler harika.
Benim yorumlama bu şekilde arkadaşlar. umarım bir gün biz de sektörleşip güzel işler yaparız. İyi seyirler…
Endiseli anne
Oglum 11 yasinda ve bu animeyi takip etmek istiyor. Endiseliyim. O yasta bir cocuk icin uygun mu acaba? Izin vermeli miyim?
Serdar A
Biraz daha büyüse sanki daha iyi anlar hazmeder gibi. Fakat yasaklayınca bu sefer daha da çekici hale gelir. İşiniz zor dikkatini dağıtmaya başka güzel yapımları öne çıkarmaya çalışın. Fakat tüm arkadaş kitlesi izliyorsa ve ona yasaksa ne yapılmalı bilmiyorum. Zombi filmi izlemesine izin veriyorsanız bu da farklı değil.