Yazı serüvenim devam ediyor. Müge İplikçi Atölyesinden sonra şimdi de Ankara’da bir atölyede buldum kendimi: Gaye Dinçel Yazı Çizi Atölyesi. Bazı eski kafalı edebiyatçılara bakmayın, atölyeler iyidir. Maskelerle dolu dünyamızda kendimize yakın insanları bulmamızı sağlar. Evet, uzatmıyorum, atölyeye gittim. Tanıştık, çay içtik. Hocamız ilk derste biraz sohbetten sonra bulunduğumuz mekan yani odadan yola çıkarak bir şeyler anlatmamızı istedi. İşte yazım:
Ankara’da Bir Mekan
Ankara’da doksanlı yıllarda yapılan evleri neden böyle? Geçen sene izlediğim “Yeraltı” filmindeki o kasvetli havayı aklıma getiriyor. Bir şey eksik gibi, eşyalar arasındaki uyum mu desem, ışığın duvar köşelerinden orantısız yansıması mı, her şey birbiriyle kavga etmiş sonra da boş vermiş gibi.
Oysaki hayal dünyası öyle mi? Gotik bir binanın çatı katındayım. Dantelli bir perdenin arasından gün ışığı sızıyor, sarı huzmeler antik mobilyaların üzerine vuruyor, ağır ağır dolaşan toz zerrelerini bile seçebiliyorsun, tarihi bir atmosfer. Gözümü kapadığımda net olarak görebiliyorum. Huzur.
Fakat insan nefesini uzun süre tutamaz. Ben de tutamıyorum ve kapıdan sorular yuvarlanıyor: Ya yanılıyorsam? Ya zihnim bu oda gibi karışık, birbiriyle uyumsuz mobilyalar ve bu sallanan masa gibi güvensizse? Masa önemlidir ya! Odanın en önemli öğesidir masa.
Sanırım hayal ile gerçeklik arasında gidip gelirken zihnim gerçekliğe yenildi. Nasıl oldu ben de anlamadım. Oysaki nefesimi tutabilirdim. Sanırım beni masa ihbar etti.
Not: Haftaya ödevimiz “bardak, bulut, deli, koltuk, zaman, kelebek, salkım” sözcüklerinden bir hikaye üretmek. Mücadeleye devam.
Iko
Acimasizca kisa olmus demek istiyorum.. tam yazarla hemfikirim sevinci yasarken tadi damaginda kalıyor..
birgül
guzel olmus ama bir sey soracagim bu atolye hala ankarada aktif mi :)
Serdar A
Aktif tabii, yukarıda metnin girişindeki yazı çizi atölyesi linkine tıklasanıza:)