Edebiyat atölyemizdeki 7. çalışmamız oldukça zordu. Önceden belirlenmiş cümlelerden biriyle “Kaldırıma ayağı takıldı düştü.” başlayıp devamında da diğerlerini kullanıp tek sayfalık hikaye oluşturmamız gerekiyordu. Alacağın olsun Gaye Hoca. Neyse yine de ortaya anlaşılır metaforik bir çalışma çıktı. Bana ilham kaynağı olan Ankara kaldırımlarına ve doktorlarımıza sevgilerimi sunarım. Haydi bakalım.
Bir Türkü Öyküsü: Babaannem Cemile
Bir ayakkabı mağazasındayım. Hem kel hem de fodul erkek arkadaşımın ve babetçi ablamın aksine, topuklu ayakkabılara bayılırım. 23 pontluk ayakkabıları, tıkır tıkır denemeye başladığım anda kendimi kaybederim. Dünyaya 15 cm tepeden bakmak… Erkek arkadaşım kompleks yapsa da düztaban ablama fenalık gelse de umurumda değil. Sanırım ben, efsane bacaklı babaanneme Cemile’ye çekmişim.
[Okumaya devam et…]
Bir Otobüs Öyküsü: Körüklü Karamelli Dilekçe
Atölyedeki beşinci ödevimiz çok kazıktı. Yazılmış bir öykünün devamını getirmek. Yazar rahmetliyse kemiklerini sızlatacak, diriyse romatizmal rahatsızlıklara sebep olacaktık. Neyse ki çok okuyan biri değilim -dünya üzerindeki tüm literatürü hesaba katarsak- önceden okuduğum bir hikâye değildi. Sonra öğrendik ki hikâye Etgar Keret’e aitmiş. Giriş paragrafı aşağıda, körüklü karamelli devamı ise daha aşağıda. İyi okumalar…
Bu öykü geç gelen yolculara asla kapı açmayan bir otobüs şoförüne dair. Kimseye. Ne otobüsün yanında koşup ona yalvaran bakışlarla bakan ezik lise öğrencilerine, ne kapıya aslında zamanında gelmiş de bütün suç şoförünmüş gibi vuran sinirli tiplere, ne de onu ellerindeki alışveriş torbalarını sallayarak durdurmaya çalışan yaşlı ve titrek kadınlara. Kötülüğünden değil, çünkü kötülüğün zerresi yoktu bu otobüs şoförünün ruhunda; ideoloji meselesiydi sadece.
[Okumaya devam et…]
Küçük Kara Sinek Öyküsü – Tabu Sözcükler
Edebiyat atölyesinde yazdığım bir öykü, daha sonra bunu animasyon filmine dönüştürmeye de karar verdim. İntro yapımı aşamaları bu linkte, öykünün tam metni ise aşağıda. Keyifli okumalar.
[Okumaya devam et…]
Eşya Hukuku: Sandalye – Yazı Atölyesi 3
Benim gibi yazı konusunda içdisiplin sağlayamayan kişiler için edebiyat atölyeleri biçilmiş kaftan. Bu haftaki atölye görevimiz fotoğraftan yola çıkarak hikaye uydurmaktı. Uydurduk. Çok da eğlendik. Sağ olsun hocamız öykülerimizi Yazı Çizi’de yayınladı (to brodcast, to publish değil). Dolayısıyla fotoğrafı çeken sanatçının yorumunu da aldık. Sanırım internet yazarlığı bu yöne kayıyor. Yazı, görseller, bağlantılar, animasyonlar ve yorumlarla daha etkileşimli hâle geliyor. Eskiler rahatsız olabilir; ancak zaman ileri doğru işler. Uzatmayalım, Eşya Hukuku tek sayfalık tek fotoğraflık kısa bir öykü. Sanırım tarz yaptım kendime insan olmayanları konuşturmak kolayıma geldi…
Kadim Koltuk – Yazı Atölyesi 2: Sözcükleri kullan.
Geçenki Mekan Anlatmaca ödevinden sonra bu seferki yazı atölyesi çalışmamız rastgele seçilen altı sözcükten bir hikaye uydurmaktı. Ben de uydurdum. Bence uydu, güzel keyifli bir çalışma oldu. Evde deneyebilirsiniz. Sözcükler: Bardak, bulut, deli, koltuk, zaman, kelebek, salkım
Ankara’da Bir Mekan – Yazı Atölyesi 1: Mekan Anlatmaca
Yazı serüvenim devam ediyor. Müge İplikçi Atölyesinden sonra şimdi de Ankara’da bir atölyede buldum kendimi: Gaye Dinçel Yazı Çizi Atölyesi. Bazı eski kafalı edebiyatçılara bakmayın, atölyeler iyidir. Maskelerle dolu dünyamızda kendimize yakın insanları bulmamızı sağlar. Evet, uzatmıyorum, atölyeye gittim. Tanıştık, çay içtik. Hocamız ilk derste biraz sohbetten sonra bulunduğumuz mekan yani odadan yola çıkarak bir şeyler anlatmamızı istedi. İşte yazım:
[Okumaya devam et…]
Bir Horoz Öyküsü: Horoz Zamanı @ Gümüşlük Akademisi – Müge İplikçi Edebiyat Atölyesi
21 Haziran 2012 (En uzun gün)
Müge İplikçi Edebiyat Atölyesi
Bir edebiyat atölyesindeyim ve bir horoz öyküsü yazacağımdan henüz haberim yok. Hava sıcak. Su şişeleri, fanlar, açık pencereler, açık kapılar… Hiç biri serinlemeye yeterli değil ve atölye insanlarla dolu: 11 kadın 1 erkek. İlk ders olduğundan, herkes kendini tanıtmaya başlıyor, derken bir horoz sesi “Üürürüüü üürürüüü!!!” Horoz o kadar yüksek sesli ötüyor ki birbirimizi duyamıyoruz. Sonra toplumsal cinsiyet rolleri devreye giriyor ve bahçe şamanı Latife “Haydi Serdar, şu horozu kovala!”
İşte atölye hikâyem böyle başladı. “Kahramanın Sonsuz Yolculuğu” kitabı ve Müge İplikçi rehberliğinde bir yolculuğa çıktık. Üç günlük yoğun bir yazı seyahatiydi. Eve dönüp denize ayağımı bile sokmadım dediğimde şaşırdı evdekiler. Öyle tatil mi olurmuş. Fiziki suyu boş verin dedim, boğucu şehir yaşantısından çıkıp usta yüzücü Müge Hocayla edebiyat sularında kulaç attık ne diyorsunuz? Ama fazla açılmadım. Önemli olan eğlenmekti zaten ve ortaya neşeli bir hikâye çıktı. Lafı fazla uzatmadan hikâyeye geçelim ne dersiniz.
